30 Haziran 2010 Çarşamba

TEMMUZ'UN SUÇU


TEMMUZ'UN SUÇU

ben suyum; sudan geçen alabalık, alabalıktan geçen su
ben ateşim; ateşten geçen habbe, habbeden geçen ateş
bende ve melik, şakayık ve liken
bam teliyim bir çalgıçsız curanın
eğici dilden, gül ağacı

ah, şu delilik
şu deli ilik
sedef düğme olup geçemediğim
sılada gurbet acısı

aşkaydı başkalık. iki sözümden biri
kaygan ağzı yolun ve yosunun
insan olmanın dur duraksız sızısı
yunus yunus yâne’leyin

vurmuşlar ninemi, saçları iki sarışın belik
dili eliften, kabuğu çetin sır
babam ki hâlâ diyemez ş’yi

ah, acının eylülü, temmuz’un suçu
emdim dikenimi, dîdem kanadı
ebabil kuşları, ebabil kuşları
çatladı taşın sarısabrı. usum ağrıdı

hayyam’dan yeldim şarabî
ey ufuklar gözcüsü, cihannümâ
ben ödedim bu gülün diyetini
şart olsun ki!
hırkamı giydim, eydim sözümü

dediler leylîdir bütün aşklar
peri tozları dünyanın, feriştahları
aşk bir bâtıl inanıştır
tuttum doğuya döndüm yüzümü

yarıldı nar… yayıldı nektar…
tut!uştum
bir ömür aslı oldum suretin

ah, temmuz’un ne suçu var!

Perihan BAYKAL

Patika, Ekim Kasım Aralık 2009, Sayı:67

26 Haziran 2010 Cumartesi

Ben Hayatta En Çok Seni Sevdim


BEN HAYATTA EN ÇOK SENİ SEVDİM

*~*~*~*~*~*

ben hayatta en çok seni sevdim
sen çıkıp yeldin, geldin ya yeğin
gündüzler gece oldu, geceler gündüz
güneş tabakta turunç, ay gölde tavus

kazaz inceliğiyle yontardık aşkı, biz aşkı
tek tek, tane tane, an be an
fırat kıyısında içilen mırradan acı
ve deliydi balımız
-ki en çok sevdiğini kanatır insan-

ben hayatta en çok seni öptüm
dudağım dudağına
tenin tenime değende
en güzel kırmızısı dünyanın

ben en çok sana güvendim hayatta
tuttum elini eğildim uçurumuna yüzünün
kar yağarken düşlerimize incecik
sen gibi örtmedi bir daha kimse üstümü

ben hayatta en çok sana küstüm
giderdim senden sana varırdım
sığındığım dulda yine senin kuytun

iflah olmaz martısıydım göğünün
ben tufeyli, ben evcil, ben vahşi
ne olduysam hep senden yana, sana doğru

yirmi bin gözüyle baktım kelebeğin sana
bakar gibi suya gül, uçsuz ve sonsuz
bir yavru kuş ağzıydı yüreğim ağzında
işte öyle, işte öyle, işte öyle sevdim

hayatta ben en çok seni sustum
yaşım göstermedim yağı yabana
geceler boyu eğirdiğim kınnaptın ince
ellerim kalebent, gözlerim sufi
ben seni bir büyük yemin gibi sevdim

ben hayatta en çok seni…

şimdi kim özür dileyecek kuşlardan, kim
hangi dal, hangi mavi

Perihan BAYKAL


Karşın Dergisi, Sayı: 14, Ağustos-Eylül 2009

10 Haziran 2010 Perşembe

LİL AŞKINA


Lil Aşkına

güneşin kehribar kokulu terini
sürdüm de tenime tiril

esrâr ile esnedi âyet
ve bilcümle mâbet

göğnüdüm göğerdim göğ old
um
ve bâdehu
kısığından geçtim şehsüvar!

sırladım kapıyı
gül aşkına
aşk verdi yeni gün
gökle yer arasında
lil aşkına

İnatla direniyorum işgal ordularına dünün
Ağzımda dikenli sapı bir gülün

Perihan BAYKAL

8 Haziran 2010 Salı

Geyik ve Tambur Meseli


GEYİK ve TAMBUR MESELİ

siyâh bir gül gibi kokladım geceyi
sordum: ölüm uykuysa rüyâsı hani



peşrev

ey geceye bürünen kutlu yâkut
taze açmış ol gonca bedir
aczi ve kudretiyle
parmağımızı yakan yeşim zehgir, ey

ne kadar ağlasak
avuçlarımız elbet gül!


sûzidilârâ

hangi melekûtun acul kuşuydun yedi renk
döktün kalbime zigur atlarını
öptüm dünyayı yüzünden, sütlü ve mavi

çıktım çarşılara içimden, kırlara
göğsünde âfâk büyüten
şımarık havuzlara
gülüşüne yeni doğmuş bebeğin
arının eğirine, balığın gümüş terine
mübalağa sözlere, gözlere, suzidillere

âh ki ne desem
her kapıyı aşktır diye açtım ben, aşkla
ölürdüm ya aşk için
ben gökyüzü, ben akik, ben şeydâ

benmişim o görünen sır aynadan:
ne kadar yalçınsa dağ
meğer o kadar ıssız gölgesi


sûzidil

üfledi zephiros acı soluğunu
dindi yüzümde kara!

unuttum ismimi: bukağıdır ismi insana
o avcılar kaçağı
firuze geyik

bir mavi çan çiçeğiyim şimdi
boşlukta tannan



sûz

başın mı dönüyor dedi annem
mavidendir dedim anne, maviden

korkmam ben acı çekmekten
yeşil bir dal gibi ağlarım
yeter ki bilme sen
gözüme kaçan tozu

PERİHAN BAYKAL


Mühür, Eylül-Ekim 2008

ÇALKAĞI

ÇALKAĞI

kapıyı açarım mavi bir rüzgâr: kreşendo!
düşer düşmez erir yıldızlar avluya
büyür kardelen beyazı bir su
mermer havuzlarda
                                           
çalkağısında zamanın
teleğinden kopan kuş, dökülen pul!

bülbüller mi lâl dut ağacı mı
çatalkarası geceye savat
hangisini sussun dil –ki demlenir
bir yok sarnıçta

   güle düşsem gönlümü, karanfilin yüzü asık
ille kanatır bir çakırdiken
aykırı kuğular, cüce yıldızları göğün
ah benim siyah beneğim, süveydâm

 kaparım kapıyı, eteğimde
bin oğullu turunç balı
şiirin bin evcikli bağından yarama

~*~
Perihan BAYKAL

6 Haziran 2010 Pazar

Karmen Güllü Hançer

KARMEN GÜLLÜ HANÇER

gülün çektiği, ah!
rengi belâsı

anlatsam azalır mı acı
yoksa büyür mü kınından çekilen bıçak
aşkın kızgın kumsalında
kimin bu kimin ayak izi
ve hangi derin gecede kızarır
bir utangaç inci
tuzlu öpüşleriyle dalgaların
vahşi

örtündük geceyi çıplak tenlerimize
inledi kitara ve ıslandı mürdüm
sudan ve ateşten elleriyle
o siyâh gözlü alşimistin

hadi durma
yeni bir gül takalım yakamıza!

ki bekler aşkın doruğunda
o karanfillerin çatladığı
karmen güllü hançer!
ve mavi kanatlı lorelei
öper ölümü dilinden
emerek zehrini yılan!

ey gözlerine yazıldığım
kâlu beladan beri
kardeş mi aşkla nefret
ölümle yaşam?

hadi durma
yeni bir kül takalım yakamıza!

sözüm çizsin bileğini ve aksın kan
kopsun ve dağılsın nar gibi düğmeler
yana...yana...yana...yana...

yalayalım bıçaktaki yar lekesini

PERİHAN BAYKAL

Taflan 2007 ; Ekin Sanat, Mart 2009


***

Ve tekrar:

"anlatsam azalır mı acı
yoksa büyür mü kınından çekilen bıçak
aşkın kızgın kumsalında
kimin bu kimin ayak izi
ve hangi derin gecede kızarır
bir utangaç inci
tuzlu öpüşleriyle dalgaların
vahşi"

Bu şiirin hikayesi:

Bu şiirimin özel yaşamımda direkt bir karşılığı yok. Sanal bir şiir atölyesinde verilen tema üzre şiir çalışıyorduk ve verilen konulardan biri de 'ölüm ve erotizm'di. Bu ikisini bir şiirde, birarada işleyecektik. Bu iki sözcük bana Karmen'i çağrıştırdı hemen. Ama hemen. Bunda belki, o günlerde tekrar be tekrar dinlediğim Bizet'nin Karmen'inin de etkisi olabilir. Şiirin daha ziyade kurguya dayandığına, ancak o kurgusallıkta bile yazarının yaşamından, duygularından, edinimlerinden, bilinçaltının fırlatıp durduğu pıtraklardan izler taşıdığına bir örnek olarak düşündüm şiirimin mütevazı serüvenini ve bunu yazmak istedim. Birkaç dizesi hazırdı zaten bu şiirin, itiraf ediyorum. Defterime gelişigüzel karaladığım, aklıma gelivermiş ama henüz şiire dönüşmemiş birkaç dizeyle, yazdığım şiirin dokusunun birbiriyle uyuştuğunu gördüm. Ve dökülüverdi şiir, bir çırpıda, herşey yerli yerini buluverdi beni şaşırtan bir hızla. Bıçak imgesi mi? Onda biraz da, o günlerde, bir yakınımın tıbbi bir operasyon geçirme ihtimalinin gündeme gelmesinin etkisi var. Alâkasız görünebilir ama şiirler biraz da rüyalara benzemez mi? Evet, şiirimdeki bıçak elbette Karmen'in bıçağı ama biraz da o bıçaktır işte. Bütün bunlar ve daha bilmediğim kimbilir neler, karıştı, halvet ü harman oldu, bir iki sarsıldı-titredi ve attı üstündeki tülü. Adını da aynı hızla üfledim kulağına: Karmen Güllü Hançer.

Aşkın Küçük Sandal(lar)ı...

AŞKIN KÜÇÜK SANDAL(LAR)I...* Bu konuyla ilgili yazma önerisi bana geldiğinde ilkin biraz irkildiğimi itiraf etmeliyim. Tam da yeni bir şiir...